Zamanın unutamadığı şehir: Efes
Efes, taşlara kazınmış bir hafıza gibi her adımda geçmişi fısıldayan, zamana meydan okuyan bir medeniyetin sessiz tanığı.
Anadolu’nun kalbinde bir taş yol düşünün, binlerce yıldır adımları saymayı sürdürüyor. İzmir’in Selçuk ilçesindeki Efes Antik Kenti, yalnızca taşlardan ibaret bir harabe değil; uygarlığın, inancın ve insanlığın bıraktığı izlerin hâlâ nefes aldığı bir şehir.
Artemis Tapınağı’nın gölgesinde, mermer sütunların arasından esen rüzgâr, binlerce yıl önce burada yaşayan insanların fısıltılarını getiriyor kulağınıza. Zamanında 250 binden fazla kişiye ev sahipliği yapan Efes, Roma İmparatorluğu döneminde Asya’nın başkenti olarak biliniyor, ticaret yollarının kalbinde bir liman kenti olarak parlıyordu.
Celsus Kütüphanesi, her sabah yükselen güneşin ilk ışıklarıyla yeniden hayata dönüyor adeta. Mermer basamaklarında dolaşan kedi seslerine karışan rüzgâr, bir zamanlar burada felsefe tartışmaları yapan bilginlerin ayak seslerini andırıyor. Antik tiyatro ise binlerce kişilik oturma düzeniyle hâlâ ayakta ve sesin yankısını taşıyabilecek kudrette.
Efes, yalnızca bir turistik gezi noktası değil; medeniyetin aynası, geçmişle bugünün kesiştiği bir köprü. Taş sokaklarında yürürken, belki de İmparator Hadrian’ın yürüdüğü güzergâhtan geçiyorsunuz. Belki de Roma döneminin zengin tüccarlarının, din adamlarının ve kölelerin hikâyelerine şahitlik ediyorsunuz.
Uzmanlar, Efes’in yalnızca Anadolu için değil, dünya kültür mirası için de paha biçilemez bir değer taşıdığını vurguluyor. Kentte yürütülen kazı ve koruma çalışmaları ise her yeni günde, Efes’in sessiz kalmış sırlarını ortaya çıkarmaya devam ediyor.
Bugün Efes’i ziyaret edenler, sadece taş bir kent gezmiyor; binlerce yıl öncesine yürüyerek gidiyor ve geçmişi dokunarak hissediyor. Ve belki de bu yüzden, Efes’in taşları yüzyıllar geçse de hâlâ canlı, hâlâ güçlü ve hâlâ insanlığın hafızasını taşımaya devam ediyor.